Sudan'da Eski Bir Yol Hikayesi

Sudan bölünmeden önceki bir Sudan seyahatimde ilginç bir kara yolculuğuna ve geleneksel bir Sudan düğününe tanıklık ettim. Sudan’da bir yarı Sudanlı yarı Türk arkadaş yol rehberliği yapıyordu. Sudan’da Arapçayı öğrenecek kadar kalmadıysam da alfabe ile aram pek de fena değil. Bir iş görüşmesi için Hartum’dan Ubayid’e gitmem gerekiyordu.

Görüşme yapacağım kişinin İngilizcesi çok zayıftı. Zaman kısıtlığını ve seyahatin devamını düşünerek ilk tercihim uçaktı ve rehberim Ali’ye havaalanına gidip bilet almamız gerektiğini belirttim. Ali isteksizdi ve otobüsle gitmemizin uygun olduğu söyledi. Ben ısrar ettiğimde iç hatlarda uçakların tehlikeli olduğunu vurlamasına rağmen havaalanına gittik.
İç hatlarda park etmiş uçakları görünce dışarıdan yamalanmış hallerini, ben de fikrimi değiştirdim ve bunun rehberim Ali’nin uçak korkusuyla bağlantısı olmadığı kanaatine vararak otobüs firmalarının yolunu tuttuk.

Ülkelerin havayolları uçakları belirli bir uçuş saatinden sonra başka havayollarına satıp yeni uçaklar alıyormuş. Bu havayollarında da belirli bir süre uçtuktan sonra başka bir havayoluna satılıyormuş. Sanırım Afrika’da fakir havayollarının uçaklarının eskiliği de belki bundandır. Otogar dışındaki sıralı acentelerden birine girdik. Duvarda asılı afişlere bakınca bizim Türklerin zamanında sattığı Safir otobüslerin şatafatlı reklamlarını görünce biletleri aldım. Otogara geçtik ardından, otogarda turnikeye girişte 1 TL gibi para vererek giriş yapıyorsunuz. Böylece etrafınızda işportacılarla karşılaşmıyorsunuz, güzel bir uygulama.

Sıralanmış, bekleyen otobüslerin yanından geçerken bizim otobüsümüzün yanına gelince müthiş bir hayal kırıklığına uğradım. Camları çatlak tek farı yok boyası dökülmüş. Türkiye’de şehir içinde kullanılmayacak derecede harap bir durumda. Ali’ye yöneldim, ben binmem bu otobüse, bu otobüs sekiz saatlik yolu gidemez. Bileti geri verelim derken bir adam yaklaştı, bileti satın almaya. O gün giden tek otobüs ve otobüs biletlerinin hepsi satılmış. Ali baktı bana derin derin, ciddi bir şekilde, yandaki otobüsü göstererek, bozuk Türkçesiyle. Bu otobüs tecrübesiz, bizimki ise görmüş geçirmiş, bunun başına bir şey gelmez. Burada otobüsün eskisi makbül. Ben baktım Ali ciddi, ama kahkahayı patlatıp hadi hayırlısı deyip otobüse bindim.

Cam kenarını oturdum ki, bütün otobüs kalın perdelerle kaplanmış, ön cam ise yere kadar siyah film çekilmiş. Sadece şöförün önünde yarım daire şeklinde film yok. Yani dışarıda gece mi gündüz mü anlamanız imkansız. Gündüz yolculuğu, yolu seyrederek giderim ümidiyle açtım perdeyi, hemen muavin yaklaştı ve kapat dedi. Baktım olmayacak kurallara uyalım dedim ve seyahat başladı. Bir yarım saat sonra muavin bir börek ve içecek getirdi derken klimanın suyu tepemden akmaya başladı. Muavini çağırdım ve muavin sıkıntıyı anladı ve gitti ve birazdan bana bir bez parçası bırakıp gitti. Ali’ye yöneldim, Ali hemen aktıkça silersin, serin serin gidiyoruz dışarısı 55 derece. Devamında Ali ile yer değiştirerek yola devam ettik.

Televizyonda Sudanlı şarkıcı “NANCY AJAJ” nın acıklı şarkıları ile mola yerine geldik. Herkes indikten sonra ben de indim ve büyük sürprizle karşılaştım. Etraf da tesis yok. Uçsuz bucaksız bir çöl, ağaç da yok. Kovboy filmlerindeki uçan çalılardan bir iki tane savruluyor. Otobüs yolun kıyısından çöle doğru girmiş ve park etmiş. Bayanlar otobüsün bir tarafında, erkekler otobüsün diğer tarafında ihtiyaç gideriyor. Aklıma 80li yıllarda 302lerle seyahat ederken yolda verilen molalar geldi. 8-9 saatlik yolculuk sonunda hava karamıştı Ubayid’e geldiğimizde. O otobüsün o yolu nasıl geldiği hala bir soru işaretidir aklımda. Belki de Ali’nin dediklerini düşünüp avunmam daha doğrudur. İklim bu kadar mı değişir. Dışarıda deliler gibi bir yağmur. Otobüsten 15 cm suya herkes gibi ayaklarımı çıkarıp bastım. Etraf karanlık bir kara parçası bulup çıktık. Altyapı eksikliği ve suyun bolluğu ile bütün yollar çamurlu su. Derken görüşme yapacağım arkadaş bizi kürkle kaplı koltuklu 4x4ü ile karşıladı. Bu kadar iklim farkı beklemediğimden bir kapri ve t-shirtle vardığım serinlikte kürklü koltuklar pek iyi gelmişti. Pek popülerdi bu bölgede araçları kürklü koltuklar. Misafirperver Sudanlılar bölge için lüks bir lokantaya götürdüler. Lüks kriteri bizim kamyoncu çorbacılarına benziyordu. Et kavurmayı çok severler ve misafirperverlik göstergesi olarak sunarlar. Ve oradan loş sokak ışıkları arasında eve geçtik.
Sudan’da büyük şehirlerde yapılar ne kadar değişse de eski kültürün en önemli tercihi tek katlı bahçeli ve bahçesinde misafirhanesi olan evler. Günümüzde apartmanlar ve daireler elbette var, özellikle Hartum’da. Ama genelde şehirler arası ticaret yapanlar birbirlerine gittiklerinde misafir evlerinde kalıyorlar, oteller yerine. Eve geçtikten sonra dostlarınla beraber hemen bir mangal yakıldı ve bir taraftan iş konuşurken karşımda et doğramaya ve mangala hazırlamaya başladılar. Mangal keyfinin ardından bir düğün olduğunu ve beni götürmek istediklerini belirttiler ve ben de yeni bir tecrübe daha edinmiş oldum. Loş sokak ışıkları arasında kalabalık bir eve doğru yönlendik. Önceden Sudan düğünlerinin namını duymuştum .

Sudan düğünleri bir hafta sürüyor. Düğünden altı hafta önce gelin özel danslar için hazırlanıyor. Bu danslar “SUBHIA” gününde sergileniyor. Düğünden iki gün önce gelin kız arkadaşlarını davet ediyor ve” EL-HENNA” kına gecesi düzenleniyor. Bu günde, “EL-HANANA” bir kadın gelinin ellerini ve bacaklarına kına ile desenler çizer. Kızın arkadaşları şarkılar söyler, dans eder ve beraber vakit geçirir. Damat bacaklarını kınalatmaz, sadece ayağının altı ve parmakları kınalanır. Damadın kına töreninde, damadın annesi, kız kardeşleri ve teyzeleri onu, süslenmiş yatağa oturtup, kınayı ayaklarına ve avuçlarına bastırırlar, desen çizmezler. Damadın bazı arkadaşları da kınalanır. Düğün töreni “AL-DUKHLA” evlerde, büyük çadırlarda, caddelerde v e salonlarda yapılır. Gelinin ailesi bir şarkıcı çağırır. Dans, müzik, güzel bir yemek misafirlere ve yakınlara servis edilir. Herkes davetli ve herkes mutludur. Gelin beyaz bir elbise giyer ve damat takım elbise giyer ya da JALABBIYA ve TURBAN takar. Sadece bazı erkekler katılabilir.

“EL-SUBHIA” ya gelinin babası, kardeşleri, amcası ve damat katılır. Gelin üç veya dört değişik dans sergiler, her dansta ayrı bir elbise giyer. Kadın şarkıcı şarkı söyler ve davul çalar, “DALLOKA” şarkıları söyler ve bütün kızların bildiği, beraber söylerler, el çırparlar. Gelin dansı bitirince son seromoniye geçilir.”JIRTIG” Bu özel gelenekte, sarı veya kırmızı içinde çömlek olan süslenmiş bir tepsi gelir. Tepside önceden hazırlanmış parfümler vardır. Gelin renkli özel bir Sudan kostümü ile gelir ve yeni eşinin yanına yatağa oturur. Yatak özel kırmızı ve altın renig bir örtü ile kaplıdır. Bu örtüye “MİLAYAT ALJIRTIG” deniyor. Bütün yaşlı kadınlar yatağın etrafını çevreler. Yaşlı kadınlardan biri yaklaşır ve çifte para, sağlık, mutluluk ve çocuk dileklerinde bulunur. Tepsiden parfümleri alır ve şarkılarla çifte parfümleri sıkmaya başlar. Daha sonra kadın kırmızı “HAREERA” ve “HİLAL” i damadın başı etrafına ve “SIBHAT EL YASSUR” u bağlar. Damat parfümle seyircileri parfümler. Sonra kadın çifte bir fincan süt verir. Çift beraber içer. Süt saflığın simgesidir. Aşk, huzur, barış, temizlik ve saf hayat beraberce derler. Gelinin annesi, kız kardeşleri, teyzeleri elbise ve bu parfümleri bir ay önce hazırlamaya başlarlar. Kuzey Sudan’da birçok folklorik ritüel var. EL_SUBHIYA, EL_DUKHLA ve gelin giysileri baskındır. Parlak bir elbise, renkli bir “FİRKA” veya “GARMASEES” ve altın takılar. En önemlisi kına.

Ve müthiş düğünün tamamını bir hafta kadar takip edemedim ama düğünde tebriğimizi yapıp eve tekrar döndük. Evde yarım saatlik bir kutlamadan sonra iş konusuna geldiğimizde saat 2 olmuştu. Evdeki kutlamada da erkekler Arapça şarkılar söyleyip tek el havada parmaklarını şıklatarak danslar yaptılar. Bu mutlu, eğlenceli insanların belki de bize yakınlıkları kültürel birçok ortak noktamızın olmasında. Ertesi gün aynı yolu aynı otobüsle dönmemizde ayrı bir eğlenceydi. Tek fark ise bu sefer televizyonda Amerikan güreşiydi.